30 Haziran 2010 Çarşamba

yeni bir blog...

YENİ BİR BLOG: http://tupbebekgebelikdogum.blogspot.com/

Bu blogda tüp bebek, gebelik ve doğum ile ilgili her türlü bilgi bulunuyor. Bunun yanı sıra hazırlayan Prof. Dr. Bülent Baysal  'a direkt soru sorabiliyorsunuz.

25 Haziran 2010 Cuma

DOĞUMA HAZIRLIK KURSU

Bebek bekliyorsunuz,sizi kutluyoruz.....

Keyifli ve heyecanlı bir dönemin başındasınız!!!!!!Mutlaka merak ettiğiniz ve endişelendiğiniz çok şey var. Biz bunların cevabını bulmanızda size yardım etmek ,destek olmak istiyoruz....

Bu kurs ile daha bilinçli ve keyifli bir hamilelik dönemi geçirmenize yardımcı olmak, kontrollü ve kolay bir doğum yaşamınıza yardımcı olmak ve güvenli ve sağlıklı bir doğum ve sonrasında bakımnı sağlamak için bu programı hazırladık...
Anneler kadar babalar da bu macerada heyecanlılar..Babaların da heyecanını paylaşmak,eşlerini anlamalarını sağlamak ve annelere destek olmanın yollarını bulmaları konusunda yönlendirmek ve anne-baba adaylarının arasındaki ilişkiyi güçlendirmek başlıca hedeflerimizdir......

Kursumuzun İçeriği:

*Kadının üreme organlarının anatomik yapısı,

*Gebeliğin oluşum hikayesi,

*Bebek oluşurken anne ve bababnın psikolojisi,

*Hamilelik süresince dikkat edilmesi gereken hususlar,

*Hamilelikte beslenme ve günlük yaşam,

*Hamilelikte cinsel yaşam,

*Hafta-hafta hamilelik,

*Anne karnında bebeğin gelişimi,takibi,

*Gebelikte tarama testleri ve amniosentez,

*Babaların doğum planı,

*Doğum öncesi nefes, rahatlama egzersizleri,

*Hamilelik sırasında yoga ve diğer egzersizler,

*Doğum çeşitleri ve doğumun fizyolojisi,

*Doğum sırasındaki anestezi çeşitleri,ağrısız doğum,

*Doğuma hazırlık,

*Loğusalık dönemi,

-fizyoljisi

-psikolojisi

*Doğum sonrası egzersizler,

*Emzirme ve anne sütü,

*Yenidoğan bakımı,

-göbek bakımı

-yenidoğan sarılığı

-bebeğin altının değiştirilmesi

-bebeğin yıkanması

-bebeğin gazının çıkarılması

-bebek için rahatlama masajı

-bebeğin aşıları

-bebeğin uyku düzeni

-bebeklerin tırnaklarının kesilmesi ve bakımı

-bebeğin ağlaması ve onu sakinleştirmenin püf noktaları

*0-6 ay anne –bebek ilişkisinin önemi:Dünya ile ilk ilişki ve bağlanma,

*Çalışan annenin işe dönmesi,



*Doğum sonrasında Anne –bebek grubu –paylaşım toplantısı ( bebekler 8 haftalık olduğu dönem, katılımcılarla ortak karar verilecek.)

18 Haziran 2010 Cuma

OĞLUŞUM 5 AYLIK...

Altuğ 5. ayını doldurdu. Bu ayki muayenesinde 7500gr ve 67 cm... Oğluşum 2350 gr ve 44cm den ne kadar büyümüş...Bu ay ek gıdalara geçecek. Doktorumuz neler yapacağını anlattı. Daha sonra bunları da anlatacağım...



5 aylık bebek;
Neler Yapabilir?


-İnsan sesine tepki verir, konuşana döner. Annesinin sesini duyunca ağlamayı keser.

-İlgilenildiğinde gülümser ve konuşur.

-Pek çok farklı ses çıkarır. Bunların bir kısmı kendine özgü, diğerleri duyduklarını taklittir.

-Gördüğü hareketleri taklit edebilir.

-Elinden oyuncağının alınması veya onu mutsuz eden bir davranışı protesto eder.

-Her şeye dokunmak, tutmak, tatmak ister. Elindeki objeyi diğer eline geçirebilir.

Değişiklikler



-Emekleme benzeri hareketler başlar. Yatağında bir baştan diğer başa gidebilir.

-Yabancılaşma başlar. Ev halkı dışındakilerden ilk gördüğünde korkar.

-Kilo artışı azalır. Bu ayda genellikle doğum kilosunun iki katına ulaşmıştır.





Oyunlar


-Yatağına kırılmayan metal bir ayna koyun, kendini görsün.

-Bebeğinizin çıkardığı sesleri taklit edip onu konuşmaya teşvik edin, kısa cümlecikler ve kelimelerle konuşun. Şarkılar söyleyin.

-Bebeğinizin başka bebeklerle karşılaşmasını sağlayın, birbirlerini inceleyip konuşmalarına izin verin.

-Sık sık kucaklayın, sevginizi gösterin.

-Yatak üstüne takılan müzikli dönenceleri bu ayda kaldırın, Bebeğiniz uzanıp yakalayabilir ve kazalara neden olabilir.

Beslenme

-Anne sütü veya mama vermeye devam edin, Bir yaşından önce inek sütü vermeyin.

-Doktorunuz katı besinlere başlamanızı söylediyse, her besini tek tek ve bir iki kaşıkla başlayın, alıştıkça miktarı arttırın. Doyduğunu belirttiğinde yedirmeyi bırakın, aşırı beslemeyin. Yemek saatlerinin herkes için zevkli bir zaman olmasına gayret edin.





Bakım



-Bebeğiniz ana kucağından kolayca kalkıp yuvarlanabilecek kadar büyüdü, dikkatli olun.

-Evinizi bebek için güvenli hale getirmeye başlayın, kabloları, yuvarlanabilen tabure gibi araçları ortadan kaldırın, masa, sehpa gibi eşyaların sivri köşeli olmamasına dikkat edin.

SENCER ALTUĞ' YU MİMLEMİŞ:)))

NASIL GİYDİRİYORUZ?

Altuğ spor giyinmeyi seviyor. Kışın ufak olduğundan tulum tercih ediyordu. Kendileri prematür olduğıundan, deli gibi kot pantalon aramıştım. Next 'e bulmuştuk. Şimdi  dışarı da şort ve tshirt, evde kısa kollu şort şeklinde tulum veya sadece body giymeyi seviyor.  Renkli özellikle de kırmızı , oğluşuma çok yakışıyor...Çorap üreticilerine de buradan sesleniyorum: Lütfen erkek çocukları için düz renk kırmızı çorap üretsinler!!!

Marka mı? Pazar mı? Semt butiği mi? Nerelerden alışveriş yapıyorsunuz bebelere?

Altuğcuğuma kıyafetlerini Zara, mothercare, mark spencer, Gap ve tommy hilfiger 'dan alış veriş yapıyoruz. Pazarları dolaşmayı çok severim. Lakinbizim küçük adamın ebadına göre pek bir şey bulamadığımdan henüz pazardan oğluşuma birşey alamadım.

Haftada 3-5 defa makine döndüren çamaşır canavarlarının cicilerini ütülüyor musunuz?

Mutlaka ÜTÜLENİYOR...

Terlik mi sandalet mi?

HENÜZ SADECE SPOR yakkabı kullanıyoruz. sandalet ben sevmediğimden , sanırım oğluma da almam. Gap de parmak arası terlikler gördüm..ilk iş gidip, onlardan Altuğ'a almak , olacak...

Şapka sorun mu? Nasıl çözüyorsunuz?

Altuğ, prematüre doğduğundan tüm şapkalar büyük geliyordu. geçenlerde Zara dan aldığım şapka ile bu sorunumuzu da hallettik. Altuğ takarken de pek bir sorun yapmıyor.

Malum deniz mevsimi açıldı. Mayo kullanıyor musunuz? Öneriler?

Mayo kullanmıyoruz. Huggeisin mayo bezlerini kullanmayı düşünüyoruz. Mayolar da çok güzel.. belki dayanamayıp, alabilirimde:))

Biz de Ayaz bebeği mimleyelim... Bakalım o nereden giyiniyor?

13 Haziran 2010 Pazar

Gonca Şensözen Akşam Gazetesinde...

AKŞAM

CUMARTESI
12 HAZİRAN 2010, CUMARTESİ

Stres çocuk sahibi olmayı engeller mi?


Çocuk sahibi olamama konusunda üzerinde sıkça durulan faktörlerden biri stres. Kısırlık stres yaratıyor, stres kısırlığı tetikliyor ve yine stres kısırlık tedavisinin başarı şansını olumsuz etkiliyor gibi yargılar almış başını gidiyor...

Kısırlık teşhisi almış çiftlerle çalışan klinik psikolog Gonca Şensözen'in bu konudaki önerileriyse çok daha farklı. Sorunu ve stres yükünü kabul edin, eşinizle ekip olduğunuzu unutmayın ve doktorunuzu doğru seçip ona güvenin diyor, Şensözen. İşte, Şensözen'in son araştırmalar ışığında çocuk sahibi olma yolculuğundaki çiftlere önerileri...

Eğer kadının yaşı 35'ten gençse ve çift bir yıldır çocuk yapmayı denediği halde gebelik gerçekleşmemişse, o zaman çiftin gerekli tetkikler için mutlaka bir kadın doğum doktoruna başvurması gerekiyor. 35 yaşın üzerindeki kadınlarda bu süre bir sene değil, 6 ay. Yapılan tetkiklerle kadında, erkekte ya da her ikisinde doğal yolla çocuk sahibi olmanın önündeki engeller araştırılıyor. Bazen sebep tek taraflı (yani sadece erkekte ya da sadece kadında) oluyor. Bazı durumlardaysa engeller hem kadında hem de erkekte bulunuyor. Bunun yanı sıra kısırlık (infertilite) tedavisi gören çiftlerin yaklaşık yüzde 15'inde sebebi bilinmeyen kısırlık söz konusu. Yani yapılan tetkikler ne erkekte ne de kadında bir problem saptıyor ama yine de çift, doğal yolla çocuk sahibi olamıyor. Bu durumda doktor ya önce aşılama yöntemini öneriyor çifte ya da direkt tüp bebek yöntemi öneriliyor.

KISIRLIĞIN PSİKOLOJİK BOYUTLARI VE ÖNERİLER

- Böyle bir tedavi gerektiğini öğrenen çiftlerin ilk tepkisi şok ve inkar oluyor. Daha sonra da 'Neden ben? Neden biz?' soruları yankılanıyor çiftin zihninde. Bu soru, bazı çiftlerde tedaviler boyunca devam ediyor. Çünkü bu sorunun net bir cevabı yok. Cevapsız kaldığı için de daha çok rahatsız ediyor. Bu noktada şunu hatırlamak çok önemli. Çiftlerin yaklaşık yüzde 15'i bu problemi yaşıyor. Çift, bir sorunun ve soruna yönelik tedavinin gerekliliğini ne kadar çabuk kabul ederse, içsel çatışmaları o kadar az oluyor.
-Güven duydukları doktor ya da hastaneyi seçsinler. Tedavi boyunca doktor, çiftin, en yakınındaki kişilerden biri olacak; çiftin herkesle paylaşmadığı bilgilere sahip olacak. Güven ilişkisi kurulmadan bu yakınlık içerisinde rahat etmek mümkün değil.
- Tedaviye kesin karar vermeden önce mutlaka tedaviyle ilgili geniş çaplı bir bilgiye sahip olunmalı. Çiftler hangi aşamalardan geçeceklerini önceden farkında olsunlar.
- Daha önce bu tedaviyi görmüş kişilerle iletişim kurmak ve onların neler yaşadığını duymak çifte ışık tutar. Yine de bunu yaparken, herkesin bu konuyla ilgili kişisel deneyiminin farklı olduğunu unutmamak gerekir. Birine ağır gelmiş olan bir süreç, bir başkasına daha kolay gelebilir. Kişilik yapıları, savunma mekanizmaları, içinde bulunulan şartlar, olayların kişiler tarafından nasıl algılandığını belirler ve herkesin kişiliği ve şartları birbirinden farklı olduğu için kişi sayısı kadar algı vardır.
- Tedaviye başlamadan önce hayatın diğer alanlarındaki yükü sabitlemek ve değişiklikleri ertelemek yerinde olur.
- Tedavi süreci boyunca aile içinde ya da arkadaşlar arasında yaşanan stresli durumlardan uzak durmakta yarar var. Çift, o dönemde kimlerle daha yakın kimlerle daha uzak olacağını kendi arasında konuşup karar verebilir. Moral desteği verebilen ve olumlu kişilerle birlikte olmak, tedavinin yükünü hafifletir.
- Tedaviye başlamadan önce bedene iyi bakmak gerekir. Yoga ve yürüyüş gibi sertlik içermeyen sporlar seçilebilir. Meditasyon ve nefes egzersizlerinin çok önemli bir yeri var. Yeme-içme düzenine de dikkat etmek gerekiyor.
- Tüp bebek merkezinde psikolog ile bir değerlendirme seansı yapmalı; kişisel ya da grup terapisi ihtiyacı olup olmadığını belirlemeli.
- Yaşanan durumu eşlerden birinin değil, çiftin problemi olarak görmeli; tedavi boyunca bir ekip gibi hareket etmeli ve dayanışma içinde olmalı. Doktor kontrollerine mümkün olduğunca çiftin birlikte gitmesi çok önemli. Şunu unutmamak gerekir: Bu durum çiftin problemidir ve hem kadının hem de erkeğin katılımıyla çözüm bulabilir.
- Erkekler, konuyu kadınlar kadar sık ya da kadınlar kadar detaylı konuşmak istemeyebilir. Bu durum erkeklerin daha duyarsız olduğunu göstermez. Kadınların bu duruma hazırlıklı olmalarında fayda vardır.
- Çift daha önce evliliklerinde yaşadığı zorlu dönemleri nasıl atlattığını farketmeli ve işe yarayan stratejileri yeniden yürürlüğe almalıdır.
- Bu tedavi içinde cinsel hayat sekteye uğrayabiliyor ve çiftler nasıl olsa cinsel ilişki yoluyla bebek olmuyor düşüncesiyle cinsellikten uzaklaşabiliyorlar. Oysa cinsellik ilişkiyi canlı tutan ve besleyen bir öğedir. Doktorun cinsel perhiz uyguladığı dönemler dışında cinsel hayatı aktif tutmak, çiftin birbirine olan yakınlığını korur ve tedaviyi destekler.
- Tüp bebek tedavisi gündeme gelmeden önce çift neleri paylaşırdı, nasıl vakit geçirirdi, nelerden zevk alırdı? Bunları hatırlamak ve yaşanan her anı bebeğe yönelik konulardan ibaret kılmamak önemli.
- Belli bir düzeyde kaygı, duymanın normal hatta gerekli olduğunu unutmamak gerekiyor.
- Düşünce ve duygularla yüzleşmek adına arkadaşlardan, aileden ve eşten ayrı kalabilecek vakitler yaratılmalı. Kişinin kendisi ile başbaşa kalması için fırsat yaratması şart.
- Akla takılan soruların listesini yapmak ve kulaktan dolma bilgilere güvenmemek de önemli. Çift aklına takılan soruları mutlaka kendi doktoruna sormalı. Bir hasta için uygun olan tedavi şekli, başka bir hasta için uygun olmayabilir. O yüzden çiftin kendisini, bu tedaviyi alan diğer çiftlerle kıyaslaması doğru olmaz.
-İşlemlerin yapılacağı gün ekstra stres yaşamamak adına, tedavinin ücretini, ödeme şeklini önceden net olarak doktor ya da hastaneyle konuşmak iyi olur. Bazı çiftler, işlem günü hastaneye hazırlıksız geliyor ve bu konuda bir koşuşturmaca içine girmek zorunda kalarak, günün stresini daha fazla yaşıyorlar.

KAYGI BOZUKLUĞU KISIRLIK İLİŞKİSİ

Kısırlığın strese yol açtığı biliniyor ama stresin kısırlığa etkisiyle ilgili farklı görüşler var. Eğer stresi sadece kaygı (endişe) diye tanımlarsak, o zaman kısırlık ve stres arasındaki bağlantı zayıflıyor. Ama stresi kaygı, depresyon ve sosyal izolasyonun birarada yaşanması olarak tanımlarsak, o zaman stresin, doğurganlığı olumsuz yönde etkilediğini söyleyebiliriz.

Yapılan çalışmalar, depresyon öyküsü olan kadınların (depresyon öyküsü olmayan kadınlara kıyasla) 2 kat daha fazla kısırlık sorunu yaşadığını ortaya koyuyor. Başka bir çalışmadaysa, tüp bebek tedavisi öncesinde depresyon yaşayan kadınların yüzde 13'ünün gebe kaldığı görünürken, tedavi öncesinde depresyon yaşamayan kadınların yüzde 29'unun gebe kaldığı görülmüş. Yani depresyonu olan kadınların, olmayan kadınlara kıyasla gebelik şansı daha az.

Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, kısırlık tedavisi gören kadınların yüzde 11'i major depresyon tanısı alırken, doğal yolla çocuk sahibi olabilen kadınlarda bu oran yüzde 3,6. Başka bir araştırma da yine kısırlık problemi yaşayan ve yaşamayan kadınlar karşılaştırılmış ve araştırmaya katılan kısır kadınların üçte birinde depresyon saptanırken, diğer kadınların sadece yüzde 18'inde depresyon görülmüş.

Bu araştırmaları baz alacak olursak, depresyonun doğurganlık üzerinde negatif etkisi olduğunu ve tüp bebek tedavisini olumsuz yönde etkilediğini söyleyebiliriz. Kısır döngü ortada! Kısırlık sorunu yaşadığınız için depresyona giriyorsunuz ve depresyona girdikçe kısırlık sorununu çözmeniz zorlaşıyor.

TEDAVİNİN SONUCUNU NASIL ETKİLİYOR?

Tedaviye başlayan kadın ne kadar fazla stres altındaysa tedavinin başarı şansı o kadar riske giriyor. Burada biyolojik faktörlerin önemi tabii ki yadsınamaz. Örneğin, doğumdan gelen rahim ya da yumurtalık anomalileri, kadının gebe kalma şansını düşürüyor ve tüp bebek tedavisinin de başarısını etkiliyor. Böyle bir durumda tedavi başarısızlığını sadece strese bağlamak çok akılcı olmaz ama aksaklıkların tedaviyle büyük ölçüde giderildiği durumlarda ya da sebebi bilinmeyen kısırlık yaşanan durumlarda ve aslında tedavinin çok iyi ilerlediği ama gebelikle sonuçlanmayan vakalarda stres faktörüne mutlaka göz atmak gerekiyor. Kısaca, stres tek başına tedaviyi başarısız kılmıyor belki ama başarıyı azaltan faktörlerden biri olarak yer alıyor.

DEPRESYONDAKİ KADININ GEBE KALMA ŞANSI DAHA DÜŞÜK!

Depresyon teşhisi almış bir kadın kendine fiziksel ve duygusal olarak iyi bakamaz. Kendine bakamayan bir kadının bebeğine özenli bir şekilde bakması beklenemez. O yüzden, kısırlığı, depresyondaki kadının doğurganlığının azalarak, bebeğin gelmesini, kadının daha iyi hissettiği bir döneme ertelemesi olarak görebiliriz.

Depresyonun tekbaşına kısırlığa yol açtığını söylemeyiz. Fakat depresyon, doğurganlık ile ilgili zaten var olan bir sorunun (örneğin yumurta kalitesi gibi) daha da çoğalmasına yol açıyor ve tedavi sürecini olumsuz etkiliyor.

Halk arasında çocuk yapmaya uğraşan ama zorlanan çiftlere söylenen klasik sözler var. Örneğin, 'Kafanıza takmazsanız, olur' ya da 'Sadece biraz rahatla, o zaman gebe kalırsın' gibi. Bunlarda doğruluk payı var mı, konusu da en çok kafa karıştıran konulardan biri...

Fakat bu çok sık duyduğumuz sözler aslında 1950-60'lardan kalma. Oysa şimdilerde kısırlık vakalarının çoğunun fizyolojik sebeplerden kaynaklandığını biliyoruz. Kabaca oranlayacak olursak, tüm kısırlık vakalarının yaklaşık yüzde 40'ı kadının üreme sistemindeki, diğer yüzde 40'ı erkeğin üreme sistemindeki anomalilerden ileri geliyor. Geri kalan ilk yüzde 10'u hem kadına, hem erkeğe ait sebepler oluşturuyor. Son yüzde 10'u ise sebebi bilinmeyen kısırlık olarak açıklanıyor. Bu rakamlara baktığımız zaman fizyolojik sebeplerin (üreme sistemindeki anomaliler) ne kadar büyük bir rol oynadığı görülüyor. Dolayısıyla, gebe kalamamayı sadece 'rahat olmamak' ile açıklamak durumu basite indirgemek olur.

Aslında 'kafanıza takmazsanız, olur' cümlesi tüp bebek tedavisi gören kişiler için oldukça suçlayıcı ve kötü hissettiren bir cümle. Çünkü sanki kişi yeterince rahat olmayı başarsa, hemen gebe kalacakmış hissi uyandırıyor ve kişi rahatlayamadığı için gebe kalmadığını düşündükçe hem suçluluk hissediyor hem de stresi artıyor.

http://www.goncasensozen.com/

3 Haziran 2010 Perşembe

EMZİRME REFORMU

Geçenlerde gazetede çıkan, Konya’da bir öğretmenin süt izninin kullanımı konusunda okul yönetimine açtığı davayı kazanmasının ardından Blogcu anne ve Çalışan Gebe Emzirme Reformu Manifestosu taslağı hazırladılar.


Emzirme Reformu Manifestosu yazısına da burdan ulaşabilirsiniz.

Yazılanlara sonuna kadar katılıyorum. Ben  işyerimde böyle bir problem yaşamıyorum. Ama yaşayanları biliyorum, duyuyorum hatta görüyorum.Hastanede çalıştığımdan, yeni annelerin ne kadar hevesle emzirmeye başladıklarını görüyorum. Çalışan annelerin işe başladıkları ilk günlerin ne kadar zor geçtiğini , her çalışan anne bilir. Bunun üzerine işyeri de desteklemek yerine işleri zorlaştırması , o anane ve bebek için gerçekten çok kötü. O nedenle bu manifesto desteklenmeli..Sesimizi herkes duymalı!

Reform taslağını hazırlayan annelerin bir ricası var aşağıda alıntı yapıyorum.
Lütfen;

Okuyun: Anne olsanız da olmasanız da, çalışsanız da çalışmasanız da okuyun.

Yorum yapın: Sizce eklenmesi, değişmesi, düzeltilmesi gerektiğini düşündüğünüz noktalar varsa yorumlarda belirtin.

Paylaşın: Blogunuz varsa blogunuzda yer verin. Blogunuz yoksa Facebook’ta, Twitter’da, benzer sosyal iletişim platformlarında, forumlarda, paylaşın. Arkadaşlarınıza mail gönderin. (Kolaylık olması açısından http://www.emzirmereformu.com/ adresini kullanabilirsiniz).

Hadi hanımlar desteklerinizi esirgemeyin.

2 Haziran 2010 Çarşamba

DOĞAL DOĞUM

Günümüzde gebelik ve doğuma ilişkin temel yaklaşım, doğumun fizyolojik bir süreç olduğu ve çok az
düzeyde tıbbi girişim gerektirdiğidir. Gebelik ve doğum fizyolojik bir olaydır ve asla bir hastalık değildir. Sağlık personelleri, hamileleri ve eşlerini doğumlarında aktif rol alması için antenatal dönemden itibaren eğitimler ( ANNELİK YOLUNDA HAMİLE KURSU) sayesinde cesaretlendirmelidirler.


Doğum çok özel bir olgu olup anne ve baba adayları için, yaşamlarında ki en güzel deneyimlerden biridir. Ancak zaman zaman doğum anında yaşanan olumsuz deneyimler uzun yıllar anlatılan doğum hikâyeleri arasında yerini alabilmektedir. Bu tür deneyimlerin kadınlar arasında paylaşılarak yayılması, bir yandan da görsel medyada gösterilen ağrılı doğum sahneleri, kadınların olumsuz doğum imajı oluşturmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla doğumun ağrılı, kanlı korkutucu bir olay oluşuyla ilgili imaj; gebelik süresince kadınların vajinal doğumla ilgili bu korkutucu deneyimi kendilerinin de yaşayacağını düşündürmekte ve bu da onların tercihlerini sezaryen doğum üzerinde odaklandırmaktadır.

Gebelik ve doğum fizyolojik bir olay olmakla birlikte kadın için büyük bir stres oluşturur. Anne adayı kendisi için bilinmeyen doğum olayının meydana geleceği anı korku ve heyecanla beklerken, annelik sevgisi yanında bir canlı dünyaya getirmenin gururunu da yaşar. Özellikle ilk gebeliğinde kadın, tanımlayamadığı birçok yeni duyguyu bir arada yaşarken doğum anında karşılaşabileceği olayları tahmin edememektedir. Sezaryenin mi yoksa normal doğumun mu daha iyi olacağına karar verememektedir. Doğum tercihi, kadına verilecek destek ve bilgilendirme sayesinde daha sağlıklı ve doğru olacaktır. Bu bilgilendirme ve desteği sağlamakta ebelere çok önemli roller düşmektedir. Bu rolün gereği olarak ebe, kadının karar sürecini etkileyebilecek faktörlerin sağlıklı bir şekilde değerlendirilerek gebelik boyunca doğum için hazırlanmasını sağlamalıdır. Bu amaç doğrultusunda;  doğuma hazırlık sınıfları son derece önemlidir. Ancak halen ülkemizde hazırlık sınıfları çok yaygın değildir. Özellikle kamuya ait sağlık kuruluşlarında bu konuda yeterince çaba gözlenmemektedir.
 
WHO yayınladığı kanıta dayalı 6 uygulamanın doğumu yöneten sağlık profesyonelleri için kılavuz olması ile; sağlıklı anne ve bebek için mümkün olan en az girişim ile güvenli bir şekilde doğum eyleminin gerçekleşebileceğini ifade etmiştir. İfade edilen bu öneriler:

1. Doğum kendi başlamalıdır.

2. Doğum boyunca hareket özgürlüğü olmalıdır.

3. Doğum boyunca gebeye duygusal ve fiziksel destek verilmelidir.

4. Gereksiz her türlü müdahaleden kaçınılmalıdır.
 
5. Doğumda sırtüstü yerine diğer pozisyonlar desteklenmelidir.


6. Doğum sonrası anne ve bebek bir arada kalmalıdır.
 
NEDEN DOĞAL DOĞUM?


Doğal doğum mümkün olduğu kadar müdahale edilmeden yapılan doğumlardır . Bu sayede aktive olan tüm doğal hormonlar, anne ve bebeğini doğuma en sağlıklı biçimde hazırlamaktadır. Doğal bir doğumda sağlık profesyonelleri izleyici olup, sağlık kontrollerini yapma dışında başka bir müdahalede bulunmamalıdır. Çünkü buna ihtiyaç yoktur.
Gebelik ve doğum eylemi bir hastalık değil, bedenin doğal, normal ve sağlıklı bir fonksiyonudur.Gereksiz yere yapılan her türlü müdahalenin doğumun işleyişi ve hormonların salınımı üzerine negatif etkileri vardır. Zaten doğal doğumu üstün kılan bu hormonların salgılanmasıdır. Bu hormonlar içinde en etkili olan iki hormon oksitosin ve endorfindir. Oksitosin uterustaki kasılma etkileri ile doğumun ilerlemesinden sorumlu hormondur. Bu hormon doğumda gittikçe artan oranlarda salgılanarak doğum anında ve doğum sonrasında en yüksek seviyelerini bulur. Yine doğumda etkili olan endorfin hormonu bedenin salgıladığı doğal bir ağrı kesicidir. Doğum yapan kadının kendini rahat hissedebilmesi için herşeyi yapar. Oksitosin seviyesi yükselip, kasılmalar sıklaştıkça, beden endorfin salgısını arttırarak cevap verir. Endorfinin bağımlılık yapıcı bir etkisi de vardır. Doğum anında anne ve bebeği oksitosin ve endorfin etkisindedir. Her bir kontraksiyon ağrısı travaydaki kadın için rehber olur. Artan şiddetteki kontraksiyonlara onun yanıt olarak seçtiği pozisyonlar ve aktiviteler bebeğin doğum kanalına inmesini doğum eylemi muhtemelen yavaşlar ve daha az etkili hale gelir. Doğum ilerledikçe ve ağrı arttıkça,endorfinler artan miktarlarda serbest bırakılır. Sonuç, tamamen doğal olarak acı algısında bir azalma olmasıdır. Yükselen endorfin düzeyi, aynı zamanda, düşüncenin mantıktan daha içgüdüsel alana kaymasına katkıda bulunur. Endorfinler gerçekte doğumda görevlerini yerine getirmesi için kadınlara yardım eden düş-gibi bir durum yaratır.

 Kadının içinde bulunduğu bu düşsel durum, dış çevreden daha önemli hale gelir. Kadınlar kendi içgüdüleri ile travayın ilerlemesi ve travay ağrısının artması gibi olaylara daha fazla odaklanarak, bu eylemi bilge bir şekilde sonlandırabilir. Kadın öncelikle sahip  olduğu içsel gücün etkisi ile birlikte sağlık çalışanları, eşi ve ailesinin desteği ile doğumdan korkmaz. Bu destekleyici takım, doğum tamamlanıncaya kadar yanındadır ve onu rahatlatır.Vaginal doğumu tercih eden kadın doğumunun hastanede, doğum merkezinde ya da evde oluşuna göre çeşitli yöntemler kullanabilir; örneğin bağımsız hareketler yapma, müzik dinleme, duş alma, banyo yapma, el ya da ayaklarına masaj yaptırma gibi teknikler bunlardan bazılarıdır. Kadın doğum ve travay gerçekleşirken ihtiyaç duyabileceği çevreyi kendisi düzenleyebilir. Bu düzenleme ile kadın kendi doğum eyleminin yönetiminde etkin rol almış olur. Doğum sırasında anne bebeğin doğum kanalında ilerleyişine cevap olarak; hareket eder, pozisyon değiştirir, nefesini tutar, bağırır. Bütün bunlarolurken, yani doğum gerçekleşirken hem doğum kanalı kasları ve perine hem de bebeği korunur.
Adrenalin salgılanmasındaki yükseliş, annenin tetikte olmasını sağlar. Anne tümüyle bebeğine odaklanır ve onu kucağına almaya çabalar. Anne bebeğini kollarına aldığında, sahip olduğu bu mucize karşısında dalgın, heyecanlı, gururlu, huzurludur. Hiç kimse ona ne yapması gerektiğini söylemez. Çünkü kadın bebeğinin bakımıyla ilgili kitaplar okumuş ve doğuma hazırlık sınıflarında eğitim almıştır. Bilgi, özgüven, gevşeyebilme, nefes alma teknikleri, enerjisini koruyabilme sanatı ile gebe kadına doğum eylemi sırasında bilinçli ve aktif rol oynama şansı verilerek, kadının kendisini ekibin bir parçası gibi hissetmesinin sağlanması doğal doğumda önemlidir. Anne olmanın sadece zevkinin değil aynı zamanda bu olayda aktif rol oynamanın da başarı ve tatmininin yaşatılması; aynı duyguları eşinde paylaşması çağdaş yaşamın gerekliliklerinden birisi olarak görülmektedir .Amaç; gebelik ve doğuma ilişkin bilgi sağlanması, baş etme stratejilerinin öğretilmesi, çiftlerin olumlu doğum deneyimini yaşamalarının sağlanması ile korku ağrı ve gerginlik döngüsünün kırılmasıdır.Burada ebeler tarafından verilecek antenatal bakım ve doğuma hazırlık sınıfları (ANNELİK YOLUNDA HAMİLE KURSU ) son derece önem kazanmaktadır.
 Doğal doğumu deseklemek, modern tıbbı ret etmek ve karşısında olmak gibi düşünülmemelidir. Gebelik ve doğum fizyolojik bir olaydır ve hastalık değildir. Ancak her zaman fizyolojik olaylarınn patolojisi de söz konusu olabilir. Doğum eyleminde yapılacak müdahaleler gerçekten endikasyon olduğu zamanlarda yapılmalı ve medikal tedavi gereken koşullarda verilmelidir.

Peterson (1981) “Normal Doğum: Çocuk Doğumuna Kişisel Bir Yaklaşım” adlı kitabında, çoğu kadının nasıl yaşıyorsa öyle bir doğum süreci geçirdiğinin altını çizmektedir. Doğum çoğu kadın için kriz durumudur. Doğuma, herhangi bir krize yaklaştıkları gibi yaklaşırlar: bazıları güçsüz olduğuna inanırken, bazıları kontrolü ele almaya çalışır. Birçok kadın doğal bir doğum süreci geçirmek yerine, teknoloji ve acı-gideren anestezi kullanım süreciyle durumu “kontrol” etmeyi seçer. Bugün, pek çok kadın, doğuma (belirtsin ya da belirtmesin) “Lütfen şu rahatsızlığı halledin. Hiçbir şey hissetmek istemiyorum, Bittiğinde bana bebeği verin yeter” dileğiyle yaklaşmaktadır. Bu süreçte kadınların en çok ihtiyacı olan şey normal doğum yapabilmeleri için cesaretlendirme ve sevgi desteğidir. Kadınların doğum yapma güvenleri ve yetenekleri; bakım vericilerinin desteği, doğum hakkındaki bilgilendirilme düzeyleri ve doğumlarını yapılacakları yere bağlı olarak artar ya da azalır. Doğum yapan kadınlar bakımları hakkında kararlara müdahale edebilir. Ne yazık ki; kadınlar çoğu zaman ihtiyaçları olan teşviki alamaz çünkü birçok doktor, hemşire ve ebenin doğuma karşı tutumları, diğer herhangi bir tıbbi kriz veya rahatsızlığa karşı takındıkları tutumla aynıdır ve görevlerinde uzman olarak, en kısa sürede iyileştirmeleri gerektiğini hissederler. Bu yüzden, bugün çoğu kadın, epidural anestezi kullanmayı seçmektedir. Böyle yaparak da kendilerini muhtemelen manevi ve psikolojik olarak güçlendirecek bir deneyim yaşama fırsatından mahrum bırakırlar.
Doğuma yardımcı olan sağlık profesyonelleri, öncelikle de ebeler kadınların kendi vücutları ile ilgili ilgeliğine güvenip, kadının bunu fark etmesine yardımcı olacak ortamları hazırlamalı ve bu bilgelikle her doğumun kendine özgülüğü içinde değer görmesini sağlamalıdırlar.

kaynak:http://hemsirelik.maltepe.edu.tr/dergiler/cilt2sayi3/cilt2sayi3/143-148.pdf